Elimde kurutulmuş gül, kokladığım zaman bana eskileri hatırlatan pembe gül, başım kulübenin duvarlarına dönük, bakıyordum melez kampı haritasına. Gidebileceğim yerleri gözden geçiriyordum, mavi gözlerim gezinirken haritada. Gözümü kapadım ve bir yer belirlemeye karar verdim, işaret parmağımı kaldırdım havaya ve gözlerimi kapatarak işaretledim bir nevi orayı. Baktığımda ormana denk gelddiğini gördüm işaretimin. Kaşımı kaldırdım, gülü açık bulduğum kitabın ilk sayfasına yerleştirdim ve yanıma lacivert hırkamı ve kılıcımı alarak ilerlemeye başladım. Kulübemin kapısını kapattım, elimdeki haritaya bakarak ilerlemeye başladım. Bir süre sonra rüzgar suratıma doğru esmeye başlayınca hırkamı üzerime giydim, uzun sarı saçlarımı arkaya attım ve gözümdeki fazla kalemi elimle düzelttim. Haritaya bakarak ilerlerken ormana geldiğimi fark ettim ve haritayı katlayarak cebime koydum. Hava gerçekten çok güzeldi, ağaçların arasında dolaşmak bana zevk veriyordu, her ne kadar Demeter çocuğu olmasam bile gerçekten güzel şeydi oksijen solumak. Ağaçların arasından fırlayıveriyordu dryadlar, aralarında kıkırdaşıyorlardı. Onlara sert bir bakış fırlattım ve karşıma çıkan taşlardan birine az kalsın takılacakken kendimi zor kurtardım. O taşı yerden aldım ve karşımda duran göle fırlattım. Burası çok güzeldi. Ama hava gittikçe kararıyordu ve bu da korkmama sebep oluyordu. Burada tüm gece kalabilirdim, fakat tek başıma asla. Gözlerim ve gönlüm ormana birinin ayak basmasını diliyordu. Kesik bir kütüğün üzerine oturarak çıkmakta olan aya baktım. Tam o sırada fısıldaşmalar ve ayak sesleri duydum, irkilerek yerimden kalktım.